20 Mayıs 2013 Pazartesi

GENÇ OSMAN'IN ÖLÜMÜ

Osmanlı sultanlarının on altıncısı ve İslam halifelerinin seksen birincisi. Babası Sultan Birinci Ahmed Han, annesi Mahfiruz Hadice Sultandır. 1604 senesinde İstanbul’da doğdu. İyi bir eğitimle yetiştirildi. Arapça, Farsça, Latince, Yunanca, İtalyanca gibi doğu ve batı dillerini öğrendi. Kuvvetli bir edebiyat, tarih, coğrafya ve matematik tahsili gördü. 26 Şubat 1618 günü babasının yerine tahta geçen amcası birinci Mustafa’nın rahatsızlığı yüzünden tahtı bırakmaya mecbur olması üzerine, Osmanlı sultanı oldu.

İkinci Osman’ın tahta çıkışının ilk aylarında İran ile barış antlaşması imzalanarak harbe son verildi. 1620 yazında Halil Paşa kumandasındaki Osmanlı donanması İyonya Denizini kuzeye doğru geçerek Otranto Boğazında Adriyatik’e geldi. Dıraz üssünde iki İtalya gemisini ele geçirdi. Daha sonra batıdan doğuya doğru Adriyatik Denizine geçerek Manfredonia Körfezine girdi ve İtalya’ya asker çıkardı. Kısa sürede Manfredonia liman ve şehrini fethetti. Halil Paşa, bu zaferini Padişaha ve hususi bir mektupla da şeyhi Üsküdarlı Aziz Mahmud Hüdai hazretlerine bildirdi ve çok hayır dua aldı.

Bu sırada Boğdan Voyvodası Gratiani Osmanlıya karşı cephe almıştı. İhaneti üzerine azledilen Gratiani Lehistan’a sığındı ve büyük destek gördü. Bu devletten aldığı 50-60 bin kişilik bir kuvvetle Osmanlı topraklarına saldırdı. Ancak Özi Beylerbeyi İskender Paşa, süratle harekete geçip bu kuvvetleri Turla Nehrini geçerken imha etti. Düşman ordusundan 120 top ile arabalar dolusu zahire ganimet olarak alındı.

Diğer taraftan Sultan Osman, Lehistan’ı ele geçirip, Baltık Denizine çıkmak, orada bir donanma kurarak, Atlas Okyanusuna geçip Avrupa Hıristiyanlığını, hem Akdeniz hem okyanus donanmalarıyla çember içine almak gayesiyle 21 Mayıs 1621’de Cuma namazını kıldıktan sonra sefere çıktı. 1 Eylül 1621’de Hotin önüne varıldı ve kale derhal kuşatma altına alındı. 35 gün devam eden muharebelerde kale birkaç defa düşmek durumuna geldiyse de yeniçerilerin itaatsizliği ve devlet adamlarının arasındaki geçimsizlikler, kesin neticenin elde edilmesine mani oldu. Ancak Nogay tatarlarının beyi Kantemir Mirza ile Kırım Hanının oğlu Nureddin, Lehistan içlerine kadar akınlarda bulunarak pek çok ganimetle döndüler. Neticede kış mevsiminin gelmesi üzerine Lehistan’la barış yapılarak geri dönüldü.

Lehistan Seferinde tam muvaffakiyet elde edemeyen Sultan, bunun sebebinin askerlerin gayretsizliği olduğuna inanıyor ve bazı ıslahatlar yapmak istiyordu. Kapıkulu ocaklarını kaldırarak, yerine Anadolu, Suriye ve Mısır Türklerinden müteşekkil, sadece askerlikle uğraşan, padişahın emirlerine itaat eden bir ordu kurmak istiyordu. Aynı zamanda saray, harem ve ilmiye teşkilatlarında da esaslı değişiklikler düşünüyordu. Ancak onun bu ıslahat fikirlerine kapıkulu ocakları açıkça karşı çıkıyor, ilmiye sınıfı da çok çekimser davranıyordu. Nitekim, Osman Hanın hacca gitme arzusunu bahane eden yeniçerilerle sipahiler ayaklandılar. Öncelikle Osman Hanın hacca gitmekten vazgeçmesi isteğiyle başlatılan isyan, daha sonra bazı devlet adamlarının kellesinin istenmesiyle büyüdü. Neticede, isyan, Sultan Osman Hanın hal’i ve Sultan Mustafa’nın ikinci defa tahta geçirilmesiyle son buldu.

İsyan sırasında Sultan Osman’ı ele geçiren caniler, reva gördükleri ağır ve kötü sözlerle Orta Camiye götürerek orada hapsettiler. Genç padişahın maruz kaldığı hakaretin haddi hesabı yoktu. Yaptıkları eza ve cefa onu boynu bükük ve perişan bir hale koymuştu. İkinci Osman Han, kendisine eziyet eden ocak ağalarına karşı; “Dün sabah padişah-ı cihan idim, şimdi uryan kaldım; merhamet edip halimden ibret alın; dünya size dahi kalmaz; hangi padişahın kulları padişahlarına bu ihaneti ettiler” diyerek yalvardı ise de, bu sözlerin caniler üzerinde hiçbir tesiri olmadı.

Orta Camide Genç Osman’ın muhafazasına Haseki Sarı Mehmed Ağa tayin edildi. Yeniçeriler, Sultan İkinci Osman’ın hayatına dokunulmayarak kafes hayatı yaşamasını istiyorlardı. Nitekim, çok hain bir kimse olan yeni Sadrazam Davud Paşa onu öldürtmek için cebeci başına emir verince, yeniçeri ağaları mani oldular. Osman Han, hayatına kasteden Davud Paşaya; “Behey zalim, ben sana neyledim? İki defa mucib-i katl cürmünü affedip öldürmedim, mansıp verdim, bana gadrin nedir?” diye bağırdı.

Buna rağmen, Davud Paşa, cumadan sonra en güvendiği adamları olan cebecibaşı ile kalender uğrusu denen zabite, Sultan Osman’ı Yedikule’ye götürerek boğmalarını emretti. Eski sultanın Yedikule’ye götürülüşünü seyretmek üzere yollara biriken halk, o tarihe kadar görülmemiş kalabalığı teşkil ediyordu.

Yedikule’ye gelindiği zaman, vakit akşama yaklaşıyordu. Davud Paşanın emriyle oraya kadar gelen binlerce asker dağıldı. Daha sonra Davud Paşa, cebecibaşına ve kalender uğrusuna dönerek; “Yanınıza sekiz cellad alıp, Osman’ın işini bitirin. Yarına kalmasın.” dedi.

Sultan Osman, günlerden beri perişan vaziyette, aç ve uykusuz olduğu halde, kendisini son nefesine kadar müdafaa etmeye karar vermişti. On celladın ilk hücumu netice vermedi. Bire on nispet olmasına rağmen, cellatlar, silahsız padişahla mücadele edemeyeceklerini anladılar. Kementten başka silah da kullanmak istemiyorlardı. Çünkü hanedandan olanın kanı akıtılamazdı. Buna rağmen, dışarıdan balta alan cellatlara genç sultan, büyük bir ustalıkla karşı koydu. Fakat arkasından gelen bir cellat, baltası ile omzuna vurarak fena şekilde yaraladı. Bu durumu fırsat bilen cebecibaşı kemendi Osman Hanın boynuna geçirdi ve yere düşürdü. Diğer caniler de üzerine yüklenerek genç padişahı şehit ettiler (20 Mayıs 1622). Şehit Sultanın cenazesi, o gece Topkapı Sarayına götürüldü. Ertesi gün yapılacak cenaze törenine hazırlandı. Öğle namazından sonra kılınan cenaze namazını müteakip, Sultanahmed Camiinde babasının türbesine defnedildi.

Genç Osman’ın şehit edilmesi, tarihimizin en acıklı olaylarındandır. Genç Osman’ın öldürülmesi, Anadolu’da bazı isyanların çıkmasına sebep oldu. Millet, padişahın öldürülmesini hiçbir zaman hazmedemedi ve onun katillerini nefretle andı.

Sultan İkinci Osman Han, güneş yüzlü, heybetli, yüksek himmet sahibi, bahadır bir padişahtı. Fevkalade iyi bir binici, silah ve harp aletlerini kullanmakta pek mahirdi. Şecaat ve binicilikte akranı pek az olup, şirin çehreli ve güzel tavırlıydı. Gençliğinin en parlak günlerinde tahta çıkıp, tecrübeli, akıllı ve sadık bir yardımcıya malik olmayışı, kendisine bu hazin sonu hazırlamıştı. Yazmış olduğu şu beyt, onun ıslahat ve düşünceleri ile muhaliflerinin durumunu çok güzel ifade etmektedir.

Niyyetim hidmet idi saltanat ü devletime

Çalışır hasid ü bedhah ecel nekbetime

Sultan Genç Osman dini ve fenni ilimlerde alimdi. Farisi mahlasıyla yazdığı şiirlerinin toplandığı Divan’ı vardır.


9 Mayıs 2013 Perşembe

Bir Şair ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

En güzel aşk ve ayrılık dolu satırları melankoli dolu bir ruhla şiirlere dönüştüren Ümit Yaşar Oğuzcan’ı bir başka pencereden tanıtmak istedim.

Şairler vardır...Duygularını dillendirirler...

Şairler vardır...Yaşadıklarını yazarlar...

Ümit Yaşar Oğuzcan, hem duygularını hem de yaşadıklarınışiirlerinde melodileştirmiştir...

Bir gelinlik kızın ince,nazenin parmaklarında nakşettiği; imbikten süzülür gibi göz nurunu, hayallariyle harmanladığı gergefindeki renkler gibi...

Bülbülün,gül için dile getirdiği özgün şarkılar gibi...

Bir kelebeğin bir günlük yaşamındaki ürkek uçuşlarındaki telaşlar gibi...

Genç yaşta uçup giden bir duygu adamı ...

Sevenlerin,sevgililerine olan özlemlerini, acılarını, sevinçlerini en güzel paylaşandır, Ümit Yaşar...

Bir yaz gününün dayanılmaz sıcaklarında serinlediğimiz; kış sıcaklarında içimizi ısıtan duygulardır bunlar...

Sevgilisinin bakışlarıyla ayakları yerden kesilen melek ruhlu aşıkların sesidir, Ümit Yaşar,

Ümit Yaşar; Babadan şair bir insan. Mersin’li olan Ümit Yaşar Oğuzcan'ın babası Lütfü Oğuzcan da şairdi. Şair Lütfü Oğuzcan oğlu Ümit Yaşar’a bir gün bir şiir yazar.

"Bak dünya ne güzel, bu sitem niye,

Ettim ben adımı sana hediye.

Mutluyum ey oğul babanım diye,

Çarptırma hicvinle cezaya beni."

Bir baba durduk yere oğluna sitem edecek ve bu sitemini şiirle anlatacak. Olacak şey değil !!! Baba Lütfü Oğuzcan'ın oğluna sitem etmesinin nedeni, Ümit Yaşar'ın sık sık intihara kalkışmasıydı. Yanlış duymadınız, büyük aşk şairinden bahsediliyor.

Yıllar sonra Umit Yaşar da intihar eden oğlu Vedat Oğuzcan’a iki şiir yazdığı söylenir.

- Birincisi yıllardır birçok ünlü Türk Sanat Müziği sanatçısının seslendirdiği şarkılardan ‘ Beni Kör Kuyularda Merdivensiz Bıraktın’ adlı şarkı kime yazıldığı pek bilinmese de aslında oğluna yazılmış bir şiir olduğu kabul edilmektedir. İşte Timur Selçuk’un ‘Babamın Şarkıları’ adlı albümde seslendirdiği, aslında Münir Nurettin Selçuk’un sesiyle tanınmış Oğuzcan’ın o ünlü şiiri:

“””

Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın, 
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın, 
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı; 
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.

””””

Oysa ki; bu şiirin yayınlanma tarihi ile oğlu Vedat oğuzcan’ın intiharı arasında tarih olarak fark vardır. Şiir daha önce yazılmıştır. Bence bu şiir Ümit Yaşar’ın bilinen usuldeki melankolik aşk şiirlerindendir.

Bu kadar az kelime ile terke dair ne varsa , ancak bu şekilde anlatılabilir.


- İkincisi ise daha uzun bir şiir.

GALATA KULESİ

”””

6 Haziran 1973, 
pırıl pırıl bir yaz günüydü, 
aydınlıktı, güzeldi dünya, 
bir adam düştü o gün galata kulesinden. kendini bir anda bıraktı boşluğa; 
ömrünün baharında, bütün umutlarıyla birlikte paramparça oldu. 
bir adam düştü galata kulesinden; 
bu adam benim oğlumdu gencecikti Vedat, ışıl ışıldı gözleri, içi, 
bütün insanlar için sevgiyle doluydu 
çıktı apansız o dönülmez yolculuğa 
kendini bir anda bıraktı boşluğa, 
söndü güneş, karardı yeryüzü bütün 
zaman durdu. 
bir adam düştü galata kulesinden
bu adam benim oğlumdu; 
açarken ufkunda güller alevden, 
çıktı, her günkü gibi gülerek evden, 
kimseye belli etmedi içindeki yangını 
yürüdü, kendinden emin 
sonsuzluğa doğru. 
galata kulesinde bekliyordu ecel, 
bir fincan kahve, bir kadeh konyak, 
ölüm yolcusunun son arzusuydu bu, 
bir adam düştü galata kulesinden; 
bu adam benim oğlumdu. 
küçücüktü bir zaman, 
kucağıma alır ninniler söylerdim ona, 
uyu oğlum, uyu oğlum, ninni. 
bir daha uyanmamak üzere uyudu Vedat. 
6 haziran 1973 
galata kulesinden bir adam attı kendini; 
bu nankör insanlara 
bu kalleş dünyaya inat, 
şimdi yine bir ninni söylüyorum ona, 
uyan oğlum, uyan oğlum, uyan Vedat.

“”””

Hayatını, duygularını şiirlerine yansıtma konusunda usta olan şair; bu acısını yine dizelere dökerek yenmeye çalışmıştır.

Melankoli dolu ruhu ve bunları satırlara döktüğü şiirleriyle tanınan Oğuzcan’ın şiirlerinde, aslında yaşadıklarının etkisi çok büyük. Ümit Yaşar Oğuzcan, bu kadar etkili aşk şiirlerini yazmasına rağmen , Çokça intihar etmeye teşebbüs edecek kadar karamsar bir ruh haline sahip bir şairdir.

Baba Ümit Yaşar Oğuzcan’ın bu hayatı büyük oğlu Vedat Oğuzcan’ı olumsuz yönde etkiler. Babasının hayata bakış açısı ve bunu uygulama çabası , Vedat Oğuzcan’ın da aklında ‘intihar’ fikrini dolaştırır. Sürekli evde Ümit Yaşar’ın başarısız intihar girişimleri ve acı sonuçları konuşulur hale gelmiştir. Söylenenlere göre Ümit Yaşar 24 kez intihara teşebbüs etmişti! Ne yazık ki bu ruh hali nedeniyle evde huzur kalmamıştı. Baba Oğuzcan’ın bu hayatı büyük oğlu Vedat Oğuzcan’ı olumsuz yönde etkiler.

Bir gün... 17 yaşındaki oğlu Vedat Oğuzcan, Galata Kulesi'ne çıktı ve kendini aşağıya bıraktı. Rivayet odur ki, cansız bedeni yerde yatarken avucundaki káğıtta bir not yazılıydı: "Baba intihar öyle edilmez böyle edilir!"

Bu yazıda adı geçenlerin üçü de sağ değil, ama Ümit Yaşar’ın şiirleri hala yaşıyor.

Ümit Yaşar’ı çok bilenen “Ayten” şiiriyle analım.

MİLYON KERE AYTEN

Ben bir Ayten´dir tutturmuşum 
Oh ne iyi
Ayten´li içkiler içip 
Sarhoş oluyorum ne güzel 
Hoşuma gitmiyorsa rengi denizlerin 
Biraz Ayten sürüyorum güzelleşiyor 
Şarkılar söylüyorum Şiirler yazıyorum 
Ayten üstüne 
Saatim her zaman Ayten´e beş var 
Ya da Ayten´i beş geçiyor 
Ne yana baksam gördüğüm o 
Gözümü yumsam aklımdan Ayten geçiyor 
Bana sorarsanız mevsimlerden Aytendeyiz 
Günlerden Aytenertesidir 
Odur gün gün beni yaşatan 
Onun kokusu sarmıştır sokakları 
Onun gözleridir şafakta gördüğüm 
Akşam kızıllığında onun dudakları 
Başka kadını övmeyin yanımda gücenirim 
Ayten´i övecekseniz ne ala, oturabilirsiniz 
Bir kadehte sizinle içeriz Ayten´li İki laf ederiz 
Onu siz de seversiniz benim gibi 
Ama yağma yok 
Ayten´i size bırakmam 
Alın tek kat elbisemi size vereyim 
Cebimde bir on liram var 
Onu da alın gerekirse 
Ben Ayten´i düşünürüm, üşümem 
Üç kere adını tekrarlarım, karnım doyar 
Parasızlık da bir şey mi 
Ölüm bile kötü değil 
Aytensizlik kadar 
Ona uğramayan gemiler batsın 
Ondan geçmeyen trenler devrilsin 
Onu sevmeyen yürek taş kesilsin 
Kapansın onu görmeyen gözler 
Onu övmeyen diller kurusun 
İki kere iki dört elde var Ayten 
Bundan böyle dünyada 
Aşkın adı Ayten olsun

BEN SENİN EN ÇOK...

Ben senin en çok sesini sevdim
Buğulu çoğu zaman, taze bir ekmek gibi
Önce aşka çağıran,sonra dinlendiren
Bana her zaman dost, her zaman sevgili

Ben senin en çok ellerini sevdim
Bir pınar serinliğinde, küçücük ve ak pak
Nice güzellikler gördüm yeryüzünde
En güzeli bir sabah ellerinle uyanmak

Ben senin en çok gözlerini sevdim
Kâh çocukça mavi, kâh inadına yeşil
Aydınlıklar, esenlikler, mutluluklar
Hiç biri gözlerin kadar anlamlı değil...

Ben senin en çok gülüşünü sevdim
Sevindiren, içimde umut çiçekleri açtıran
Unutturur bana birden acıları, güçlükleri
Dünyam aydınlanır sen güldüğün zaman

Ben senin en çok davranışlarını sevdim
Güçsüze merhametini, zalime direnişini
Haksızlıklar, zorbalıklar karşısında
Vahşi ve mağrur bir dişi kaplan kesilişini 

Ben senin en çok sevgi dolu yüreğini sevdim
Tüm çocuklara kanat geren anneliğini
Nice sevgilerin bir pula satıldığı bir dünyada
Sensin, her şeyin üstünde tutan sevdiğini

Ben senin en çok bana yansımanı sevdim
Bende yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeni
Mertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdim

Ben seni sevdim, ben seni sevdim, ben seni...

*********

Şair, zaman zaman 

''Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın,

Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın ...'' 

Diyerek yüreğindeki terkedilmişlik acılarını ;özlemleriyle harmanlamıştır.


BİR GECE ANSIZIN GELEBİLİRİM

Bu kadar yürekten çağırma beni! 
Bir gece ansızın gelebilirim. 
Beni bekliyorsan, uyumamışsan, 
Sevinçten kapında ölebilirim.

Belki de hayata yeni başlarım, 
İçimde küllenen kor alevlenir, 
Bakarsın hiç gitmem kölen olurum, 
Belki de seversin beni kim bilir.

Kal dersen, dağlarca severim seni, 
Bir deniz olurum ayaklarında, 
Aşk bu özleyiş bu, hiç belli olmaz, 
Kalbim duruverir dudaklarında.

Ya da unuturum kim olduğumu, 
Hatırlamam belki adımı bile, 
Belki de çıldırır, deli olurum, 
Sana kavuşmanın heyecanıyla...

Aşk bu, bilinir mi nereye varır, 
Ne durdurur özlemini, seveni... 
Bakarsın ansızın gelebilirim, 
Bu kadar yürekten çağırma beni.

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN 

Nice şarkılarda name olup yüreğimizin derinliklerinde hissetiğimiz dizelerde yaşayan şair, gün gelir, külü ve dumanıolmayan bir ateş gibidir.


Fırtınalar içinde yalnız kalmaktan korkmaktadır...Sığınacak tek liman sevdiğinin kollarıdır...

Bugün,halen sevenlerin dilinde name olan dizelerinin böyle gönüllerde- kırmızı laleler- açtıracağını bilseydi acaba yine yalnızlık duygusu yaşar mıydı ?..

Adı gibi, Ümit eden Yaşayan ve bir tende can...

Sanırım, söyleyene değil;söyletene bakmak gerekecek !..

İnsanı şair eden de, Leyla-Mecnun eden de çıkarsız sevgiler değil midir ?..

Kaynak:blogspot.milliyet.com.tr/blogno=189132 ve 117241