22 Mart 2013 Cuma

Fuad Köprülünün tarih anlayışı

Cevdet Paşa ile başlayan terkîbî tarihçilik Köprülü ile kemale ererek sahasını da genişletmiş ve Türkiye'de modern sosyal tarih anlayışının temellerinin atılmasına vesile olmuştur. Fuad Köprülü, bizde tarih yazıcılığının hanedan ve devlet ricalini esas alan klasik anlayıştan tamamen arındırılarak modern anlayışla yeni bir zemine oturtulması gerektiğine inanır.
Ona göre: "memleketimizde tarih hâlâ muhaberat ve muzafferiyat hikayeleri, hükümdar ve vüzerâ menakıbı, müsâlahanâmeler akdi, isyan ve ihtilal vak 'alan, ricalin kati ve idamı gibi telakki olunmaktadır. Halbuki müverrih vekayi'-i maziyesini nakl ve ihya etmek istediği cemiyetin menşe'-i ırkîsini, muhit-i hükmî ve coğrafîsini, tarz-ı teşekkülünde medhaldâr olan âmilleri, kuvâ-yı siyasisinin tarz-ı tevezzu ve tahakkümünün, aile iktisadiyatını, halk hayat ve teşkilatını, bu teşkilatın resmi teşkilat ile münasebetlerini, şekl-i mülkiyyeti, ziraat, ticaret ve sanayii, lisan ve edebiyatı, dini, terakkiyat-ı ilmiyyesi, mücavir kesimlerle maddî ve manevî münasebâtın derecesini vazıh hatlarla göstermelidir.'"

İşte bu satırlar çağımızdaki modern sosyal tarih anlayışının temel prensiplerinin en bariz ifadesidir. Ona göre tarihin konusu toplum ve onun ürettiği değerler olmalıdır. Köprülü'nün ilmî faaliyetine baktığımızda, arşiv vesikalarından ziyade menâkıbnâmeler, şair tezkireleri ve divanları esas aldığını görürüz. Günümüz Türk tarihçiliği ise Ahmet Yaşar Ocak'ın ifadesiyle, Köprülü'nün açtığı bu yolu takip etmek yerine, resmî vesikalara dayanan, devlet merkezli tarih çerçevesine saplanıp kalmıştır.
"Münferit ve müstesna vak'aları bir yığın halinde toplamakla bir tarih vücûda getirilemeyeceğine" inanan Köprülü, eski müverrihleri de "her vak'ayı tesadüfün yahut takdir-i Samedânînin bir neticesi gibi telakki etmekle" suçlar. Müellifin bu hükmünden kısmen Naîma, Peçevî ve Cevdet Paşa kurtulmuştur. Meşrutiyetin ilanından sonra memlekette tarih merakının son derece uyandığına işaret eden Köprülü, buna rağmen millî tarihimize ait şahsî hiçbir eser çıkmamasına hayret etmekte, bunu da memlekette tarihçi ve âlim yokluğuna bağlamaktadır.
Köprülü, zamanın padişahı Sultan Reşad'ın emriyle kurulan Tarih-i Osmanî Encümeni'nden de pek umutlu değildir. Üyeler "mütebahhir ve mütehassıs olmakla beraber Köprülü'ye göre âlim sıfatını haiz değillerdir. Çünkü onlar vak'aları yan yana dizmekle tarih yazdıklarını zannetmekteler." Onun nazarında "umûmî kütüphanelerin birinde herkesin malumu olan gayr-ı matbu bir metni istinsah ederek aralarına vak'anüvis tarihlerinden bazı fıkralar karıştırmakla kıymetdâr bir eser-i tarihî vücûda getirdikleri zannına düşen bu heyetten ilmî bir Osmanlı tarihi beklenemez. Daha ortada müessese tarihiyle uğraşanlar dahi yokken, Maarif Nezareti'nce 35 ciltlik tarih yazılmaya teşebbüs edilmesini de nihayet bir hülya telakki etmektedir.""
Köprülü'nün tarih anlayışının ciddiyeti ve ilmi hüviyeti burada açıkça görülmektedir. Çünkü o, henüz monografilerle, müessese tarihleriyle, folklor araştırmalarıyla altyapısı hazırlanmamış mazinin romantik bir üslûpla kaleme alınarak 35 ciltlik bir külliyatın ortaya konamayacağını çekinmeden ifade etmiştir. Aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen bugün dahi böylesine hacimli bir eserin vücûda getirilememiş olması Köprülü'yü haklı çıkarmakla kalmamış, söz konusu alanlardaki çalışmaların henüz yeterli seviyeye ulaşmadığını ispatlamıştır. Her ne kadar M. Altay Köymen, Fuad Köprülü'nün hükümlerindeki haklılığı "o zaman girişilen her iki teşebbüsün hâlâ gerçek-leştirilememesinden, bu gidişle daha bir asır da geçse gerçekleştirilemeyeceğinin muhakkak olmasından anlaşılmaktadır" demekteyse de 1960'lardan bu yana Osmanlı tarih araştırmalarında önemli mesafeler kaydedilmiştir. Ömer Lütfı Barkan ve Halil İnalcık'ın Osmanlı sosyo-ekonomik tarihi ile ilgili çalışmaları Köprülü'nün işaret ettiği hususlarda çok büyük açılımlar getirmiştir. Öte yandan arşivlerden gün yüzüne çıkarılan monografilerin katkısıyla tamamen olmasa bile Osmanlı tarihinin iskeleti yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştır.
Köprülü, özünde var olan modern ve ilmî tarih anlayışını olgunluk dönemlerinde Annales ekolünün tesiriyle daha da sistematik hale getirmeye muvaffak olmuştur. Ona göre, "asırlarca sürmüş bir tarihî tekamülün safhalarını umumî ve bariz hatlarıyla görebilmek için, lüzumsuz teferruata boğulmayacak ve fakat umumî levhanın açıklığını ve doğruluğunu da bozmayacak kadar yüksekten bakmak lazımdır. Tarihçinin bütün o teferruatı bilmekle beraber arızî olanı daimî olandan ayırt edebilmesi zarurîdir." İşte Köprülü bu anlayışıyla tarih yazıcılığında "büyük dalga" denen kavrayışı benimsemiş gözükmektedir. Onu Annales ekolü ile aynı çizgiye getiren de bu anlayış olsa gerektir. Esasen bu bakış açısı, hakkında her türlü tarihî teferruatın, vesikaların, vak'aların bilindiği devirler için makûl görünebilir. Fakat kendisinin de ifade ettiği gibi henüz temel pekçok noktası bilinmeyen, kahramanları ve olayları sisler arkasında bulunan ve tarihî şahitliklerine son derece güç ulaşılan Türk tarihi için bu yaklaşım hatalı teşhislere yol açabilir. Çünkü pekçok bakımdan uzaktan bakılabilecek, mütekamil bir levha ortada yoktur. Levhanın bizatihi kendisi parça parça bilinen teferruattan yola çıkılarak tamamlanmaya muhtaçtır.
KÖPRÜLÜ'NÜN TARİH KONULARI
Köprülü'nün ilgi alanı çok geniş olmasına rağmen onun nazarında "tarihçiler yalnız ortaçağla uğraşanlardır. İlkçağ arkeolojidir. Yeniçağ gazete koleksiyonu karıştırmaktır. Ortaçağ ise yazılı vesikaları arşivde araştırmak, kütüphanelerde vak'anüvislerin ağdalı dille yazdıkları eserleri okuyup anlamaktır. Müverrih yalnız ortaçağı inceleyenler arasından çıkar."
Osmanlı Devleti'nin kuruluşu meselesi onun tarihçiliğinde önemli bir bahis teşkil eder. Fuad Köprülü'nün genel sistematiği açısından bakıldığında buna pek şaşmamak gerekir. Çünkü kuruluş devri, Batılı tarihçilerin üzerinde en fazla spekülasyon yaptıkları, Türk tarihçilerinin ise efsane ve rivayetlerin arasında boğulduklarından hakikatlere bir türlü ulaşamadıkları bir saha özelliği taşımaktadır.
Herşeyden evvel Köprülü Osmanlı tarihini müstakil olarak ele almaz. Osmanlı tarihi genel Türk tarihinin seyri içinde bir anlam ifade eder. İşte bu nokta, kendinden önceki tarihçilerin üzerinde durmadıkları bir husustur. Klasik Osmanlı tarihçiliğinin çerçevesi Osmanlı hanedanı ile sınırlıdır. Her ne kadar 19. asrın ikinci yarısından itibaren milliyetçiliğin de tesiriyle Osmanlı Devleti'nden önceki Türkler'in tarihine Ahmed Vefik Paşa ve Süleyman Paşa dikkat çekmişlerse de konu Köprülü'ye kadar ilmî bir bütünlük içinde ele alınmamıştır. Onun tarih inşasında Orta Asya Türk tarihi, Horasan'daki Türk varlığı, Anadolu Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devleti bir bütünün parçalarını teşkil eder. Bir coğrafyada, hanedanın değişmesi ila o coğrafya sakinlerinin kültür ve medeniyeti bir anda değişemez. Kuruluş meselesini de o, işte bu sağlam temele dayanarak tahlil etmiştir.
Köprülü'nün ilmî mesaisinde önemli yer tutan bir başka çalışma sahası din ve tasavvuftur. O, Türkiye'deki özellikle heterodoks İslam etüdlerinin temellerini atmıştır. Tasavvufun Türk toplumundaki yansımalarını büyük bir vukufiyetle tespit etmiş ve ayrıca incelenmesi gereken meseleleri de yol göstermek amacıyla işaret etmiştir. Kendisinin incelenmesinde fayda gördüğü hususlar daha sonra tarihçiler tarafından ele alındığında, onun uyarılarının ne kadar yerinde olduğu anlaşılmıştır. Bu konudaki şaheseri Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar kitabıdır. Bu eser, Ahmet Yaşar Ocak'a göre, "bir bütün olarak Osmanlı dönemi de dahil Türk sûfıliğinin ilk sentetik genel tarih tecrübesi sayılabilir. Kitaba bu hüviyetini veren, en az metinleri kadar vazgeçilmez olan uzun dipnotlarıdır. Bu dipnotlar kaynaklar hakkında tenkidli bilgilerin yanında pek çok önemli meseleyi gündeme getirir, tahlile tabi tutar ve tartışır."
Müellif, yazdığı monografilerle de Türk medeniyetinin, tarihin derinliklerinde kalmış şahsiyetlerini ilim âleminin dikkatine sunmuştur. Bilhassa saz şairleri serisi bu alandaki büyük bir boşluğu doldurmaya muvaffak olmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder